Tanzimat Döneminden Cumhuriyet’e İlk Tepkiler
Türkiye’de boykot kültürünün kökleri, Osmanlı’nın son dönemlerine kadar uzanır. Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde Batı’ya yönelik hayranlıkla birlikte artan ithal ürün kullanımı, zaman zaman milliyetçi ve muhafazakâr çevrelerin tepkisine yol açtı.
II. Abdülhamid döneminde Fransız menşeli malların kullanımına karşı sessiz boykot çağrıları yapılırken, bu dönemde halkın bir bölümü yerli üretimi desteklemeyi “vatanperverlik” sayıyordu.
Fes Yakma Eylemi ve Kılık Kıyafet Devrimi
Cumhuriyet’in ilanı sonrası modernleşme adımlarından biri olan Şapka Kanunu ile birlikte, fes giymek yasaklandı. Bu süreçte bazı gruplar tarafından fes yakma eylemleri gerçekleştirildi. Bu eylemler, sadece bir kıyafetin reddi değil, aynı zamanda eskiye dair bir kopuşun simgesiydi.
O dönem fes, sadece bir giyim eşyası değil; Osmanlı’yı temsil eden bir semboldü. Şapka ile Batı'ya yönelişin simgesel karşılığı olan bu değişim, bazı çevrelerde dirençle, bazı çevrelerde ise destekle karşılandı.
İsrail’e Karşı Ekonomik Tepkiler
Türkiye’de en sık karşılaşılan boykot türlerinden biri, uluslararası krizler sonrası yapılan tüketim boykotlarıdır. Özellikle 2000’li yıllardan sonra, İsrail’in Filistin’e yönelik askeri operasyonları sonrası çeşitli kesimlerden İsrail menşeli ürünlere karşı geniş çaplı boykot çağrıları yapıldı.
Bu boykotlarda hedef alınan ürün grupları genellikle şu şekilde oldu:
Kozmetik ürünleri
Tarım ve gıda ürünleri
Teknolojik cihazlar
Perakende zincirleri
Bu çağrılar zaman zaman etkili olmuş, bazı firmalar yerel bayiliklerini kaybetmiş ya da Türkiye'de itibar zedelenmesi yaşamıştır.
Fransa ve Karikatür Krizleri
2005 yılında Danimarka’da başlayan, ancak Fransa’da da yankı bulan Hz. Muhammed karikatürleri krizi, Türkiye'de geniş çaplı protestolara neden olmuştu. Fransız markaları ve zincir mağazalar o dönemde kitlesel olarak boykot çağrılarının hedefi hâline geldi.
Fransız ürünlerinin raflardan kaldırılması, tüketicilerin bu markalara tepki göstermesi gibi durumlar yaşanırken; Türkiye'deki bazı restoran ve marketler, Fransa menşeli ürünleri “geçici olarak satmama” kararı almıştı.
İtalya’ya Makarna Boykotu ve Siyasi Gerginlik
2021 yılında dönemin İtalya Başbakanı Mario Draghi'nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında kullandığı “diktatör” ifadesi, Ankara-Roma hattında diplomatik gerilime yol açtı.
Bu açıklamanın ardından Türkiye'de İtalya’ya ait makarna, peynir ve diğer gıda ürünlerine yönelik boykot çağrıları yapıldı. Sosyal medyada #İtalyanÜrünlerineBoykot etiketiyle binlerce paylaşım yapıldı.
Boykot çağrıları çerçevesinde bazı kullanıcılar market alışverişlerinde İtalyan ürünlerini tercih etmemeye, restoranlar ise menülerini gözden geçirmeye başladı.
Dijital Dönemde Boykot: Sosyal Medyanın Gücü
Son yıllarda toplumsal tepkilerin en çok karşılık bulduğu alanlardan biri sosyal medya oldu. Boykot çağrıları, artık sadece sokakta değil; Twitter (X), Instagram ve TikTok üzerinden organize ediliyor.
Bu durum, şu eğilimleri doğurdu:
Markalara yönelik ani tüketici tepkileri
Satışların kısa sürede etkilenmesi
Dijital lincin ticari sonuçlara dönüşmesi
Kullanıcıların tüketim tercihlerini sosyal kimlik ifadesi olarak görmesi
Örneğin, çevre duyarlılığı konusunda yetersiz bulunan global markalara karşı tüketiciler, “etik alışveriş” vurgusuyla boykot başlatabiliyor.
Tüketim Yoluyla Siyasi Tavır
Türkiye’de geçmişten bugüne kadar süregelen boykotlar, yalnızca siyasi otoriteler ya da örgütlü gruplar tarafından değil, bireylerin de ekonomik tercihler üzerinden toplumsal mesaj verme yöntemine dönüştü.
Bir ürünün alınmaması, bir markanın tercih edilmemesi veya bir ülkeye ait malın kullanılmaması; ekonomik araçlarla ifade edilen politik bir duruşun yansıması olarak görülüyor.
Toplumsal Hafızada Boykotlar Ne Anlama Geliyor?
Türkiye’de boykotlar genellikle kısa süreli dalgalar halinde gelişiyor olsa da, halkın ekonomik davranışlarında belirleyici bir iz bırakabiliyor. Bu tür tepkiler, hem markaların halkla ilişkiler stratejilerini hem de dış politika ile iç kamuoyu arasındaki ilişkiyi yeniden şekillendiriyor.
Bugün geldiğimiz noktada, bir ürünün satın alınması ya da reddedilmesi artık sadece bir alışveriş eylemi değil; aynı zamanda vatandaşın dünya görüşünü, toplumsal refleksini ve kolektif bilincini yansıtan güçlü bir mesaj hâlini almış durumda.